Türkiye’nin sosyal yapısında derin bir kırılmaya işaret eden bir haber, son günlerde kamuoyunun vicdanını sarsmış durumda.
Oksijen gazetesinde Mine Şenocaklı imzasıyla yayımlanan “Emeklilerin evi artık ucuz otel odaları!” başlıklı haber, yalnızca bir gazetecilik başarısı değil; aynı zamanda görmezden gelinen büyük bir toplumsal çöküşün belgesidir.
Kısa sürede 5 milyonu aşan sosyal medya görüntülenmesi, binlerce yorum ve alıntı, meselenin toplumun her kesiminde yankı oluşturmasının açıkça göstermektedir.
Habere göre Ankara’nın kalbi sayılan Ulus semtindeki eski ve bakımsız oteller, bugün emeklilerin barınma alanına dönüşmüş durumda. Geçinemeyen, ev kiralayamayan, ailesi olmayan ya da ailesinden destek göremeyen yaşlılar; geceliği 200–400 lira arasında değişen odalarda hayata tutunmaya çalışıyor.
Üstelik bu odaların bir kısmında banyo ve tuvalet dahi bulunmuyor. Bu tablo, yalnızca yoksulluğun değil, sosyal devlet anlayışının da ne denli aşındığının göstergesidir.
Gazetecilerden akademisyenlere, iş dünyasından siyasetçilere kadar pek çok kesim, bu haberin yarattığı sarsıntıyı dile getiriyor. TBMM’de devam eden bütçe görüşmelerinde dahi milletvekillerinin gündeminde Ulus’taki otel odalarında yaşayan emekliler var.
Bu manzara, “rakamlarla refah” anlatısının, sokaktaki gerçeklikle nasıl çeliştiğini ortaya koyuyor.
Nitekim kısa süre önce TÜİK, Türkiye’de kişi başı milli gelirin 17 bin 500 dolara yükseldiğini açıklamıştı.
Peki, Ulus’ta otel odalarına sığınan yaşlıların payına düşen milli gelir nerededir? Bu yaşlılar, açıklanan istatistiklerin neresinde durmaktadır?
“Uçuyoruz, kaçıyoruz” söylemlerinin hâkim olduğu bir dönemde, yoksulluğun bu denli görünür hale gelmesi, aslında derin bir sosyal çöküşün işaretidir.
Aile ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı, 2025 yılını “Aile Yılı” ilan etmiş; ailenin korunması ve güçlendirilmesini temel hedef olarak duyurmuştu. Ancak yıl sona ererken Ulus’taki otellerde yaşayan emeklilerin dramı, bu politikanın sahadaki karşılığının olmadığını göstermektedir. Çünkü bugün emekliler bu koşullarda yaşamaya mahkûmsa, bunun birinci dereceden sorumlusu sosyal politikaları belirleyen ve uygulayan kamu otoritesidir.
Bakanlığın yaşlılık politikası hâlâ büyük ölçüde “aileye havale” edilmiş durumdadır. Aile varsa yaşlı vardır; aile yoksa yaşlı adeta yok sayılmaktadır. Oysa Ulus’taki oteller, bu yaklaşımın iflas ettiğini tüm çıplaklığıyla ortaya koymaktadır.
Ailesi olmayan, ailesi sahip çıkmayan, düşük maaşlı ve devletin kendisine barınma imkânı sunmadığı emekliler, bugün ucuz otellerde birer “müşteri” ye dönüşmüştür.
Bu tablo yalnızca merkezi idarenin değil, yerel(mahalli) yönetimlerin de sorumluluğunu gündeme getirmektedir. Ankara Büyükşehir Belediyesi, “sosyal belediyecilik” söylemini sıkça dile getirse de yaşlılara yönelik kalıcı barınma çözümleri ve ortak yaşam(yaşantı) alanları yok denecek kadar azdır. Sosyal tesisler, yaşlı lokalleri, çorba dağıtımları vardır; ancak ev yoktur, barınma yoktur, rehabilitasyon ve sürekli bakım merkezleri yoktur.
Yaşlılara yönelik kamusal bakım merkezleri hem yetersiz hem de erişimi zordur. Mevcut merkezler sınırlı kapasiteye sahip olup uzun bekleme listeleriyle çalışmaktadır. Bakanlık, yaşlı bakımını kamusal (milli)bir hak olarak ele almak yerine; yardım kartları, geçici destekler ve vitrin projeleriyle sorunu ötelemektedir.
Sonuçta yaşlılar, sosyal devletin yurttaşları olmaktan çıkıp otel işletmecilerinin müşterileri haline gelmiştir.
Son dönemde, hem Aile ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı’nın hem de Ankara Büyükşehir Belediyesi’nin yaşlılara yönelik hizmet merkezleri, şefkat evleri ve barınma evlerinin kapasitesini artırmaya dönük adımlar attığı bilgisi paylaşılmaktadır. Ancak bu girişimler, yaşanan büyük yıkımı telafi etmek için yeterli midir, asıl soru budur.
Usta gazeteci Mine Şenocaklı’nın haberi, yalnızca bir durumu anlatmakla kalmamış; topluma ayna tutmuştur. Birkaç gün içinde milyonlarca insanın bu haberi konuşması, onu şimdiden “yılın haberi” kategorisine taşımıştır.
Şenocaklı, uzun yıllar Vatan Gazetesi’nden sahada yaptığı, insana dokunan haberlerle tanınan deneyimli bir gazetecidir.
Şimdi ise Zafer Mutlu’nun sahibi olduğu Oksijen gazetesinde çalışıyor. Masa başında değil, sokakta, çarşıda, pazarda ve otelde, insanın gözünün içine bakarak yaptığı gazetecilik, bu haberle bir kez daha kendini göstermiştir.
Ulus’taki oteller acı gerçeği haykırıyor: Türkiye’de yaşlılık, güvencesizliğin ve yalnızlığın adı haline gelmiştir. Bu çığlığı duymak ve gereğini yapmak ise artık bir tercih değil, zorunluluktur.

