Erdogan Kaya

Tarih: 19.08.2019 19:25

İyilikte karşılık beklemek

Facebook Twitter Linked-in

      İyilik fakir fukarayı korumak, yetimleri kollamak, dul ve yaşlı olanlara yardım etmek, gariblere sahip çıkmak, yolcuları barındırmak, hastalara destek olmak, özürlüleri himaye etmek, köle âzâd etmek İslam’da en çok sevap olan işlerden sayılmıştır. Hayır ve iş hayrat yapma İslam’da önemlidir ve amaç, karşılık beklemeden, daha doğrusu karşılığını sadece Allah’tan bekleyerek başkalarına iyilik yapmak ve yararlı olmaktır. Ama malesef günümüzde bir ihtiyaç sahibine ufacık bir iyilik yapsak mutlaka bir karşılık beklemekteyiz. Nerede görseniz karşınızda ezilmesini ve el ayak ovalamasını bekleriz. Halbu ki, bunu beklemek yerine karşılığını Allahtan beklemeliyiz.
      Hayr olmak üzere yapılan bir işin karşılığı iyilik yapılan kişi, kuruluş, zümre ve toplumdan değil, sadece Allah Teâlâ’dan beklenir. Allah’tan ecir ve sevap beklenir. Ödüllendirmesi istenir. Hatta bunun için Allah’a dua ve niyaz edilir. Allah Teâlâ’dan beklenen karşılık uhrevîdir, manevîdir, ama dünyevî de olabilir.
      Yapılan bir hayır işi karşılığı Allah Teâlâ’dan başkasından maddî olarak beklenirse, o iş hayır ve hayrat olma özelliğini, manevî değerini yitirir, hayır olmaktan çıkar. Ama insanlardan da manevî bir karşılık, ahirette faydası dokunan bir dua beklenebilir. Mesela yapılan bir çeşmeye sahib-i hayratın ismi yazılır, o çeşmeden içenler hayrat sahibine dua etmeleri beklenebilir. Ama çeşmeden içenlerin fiilen dua etme gibi bir yükümlülükleri yoktur. Çeşmeden su içip susuzluklarını gidermeleri de lisan-ı hal ile dua sayılır. Hatta hayvanların ve kuşların su içmeleri bile hayrat sahibine sevap kazandırır.
Hayrat sahiplerine dua kadirbilirliğin bir gereğidir ve güzel bir şeydir
      İşte bu ve benzeri ayetler ve aynı anlama gelen hadisler, başkalarını düşünmenin ve elden geldiğince onlara yardımda bulunmanın gereğini kuvvetle vurgulamaktadır. Başkalarının yardımına koşmak, fakirleri, miskinleri, acizleri, kimsesizleri gözetmek, derdi ve sıkıntısı olanların derdine çare bulmak, sıkıntılarını ortadan kaldırmak veya hafifletmek bütün dinlerde, ama daha fazla İslam’da çok önemlidir.
     İslam’da bir de İsâr (diğerkamlık) denilen ahlâkî ve dinî bir davranış vardır. Bu da “Bir kimsenin kendi menfaatından çok başkalarının menfaatına öncelik vermesi” şeklinde tanımlanır. Hak Teâlâ buyurur:
      “İhtiyaçları bile olsa başkalarını kendilerine tercih ederler.”(Haşr, 59/9)
Bu ayet Medine’nin yerli halkı olan Ensar’ın Mekke’den buraya muhacir olarak gelen Müslümanlara karşı takındığı tavrı dile getirmektedir. 
       İslam dini bir mü’minin sadece kendisini düşünmesini, -helâl yoldan kazanmış ve zekatı da verilmiş olsa bile- servetinden muhtaçları, fakirleri ve darda olanları yararlandırmamasını tasvip etmemiş; böyle bir davranışı, merhamet, şefkat, kardeşlik, yardımlaşma ve dayanışma gibi değerler açısından hatalı bulmuştur. Bunun için de savurganlık ve harvurup harman savurma kadar cimriliği ve pintiliği de reddetmiştir.
     “Komşusu aç iken tok yatan bizden değildir.” diyor, Allah Resûlü (asm).
      Bencillik (egoizm) en kötü şeydir. Sadece kendi çıkarları ve yararını düşünen bunun için başkalarına zarar vermekten çekinmeyen, onların hakkını yemekte bir sakınca görmeyen, kamuya ait malları zimmetine geçiren, çıkarcı, bencil, haris ve tamahkâr kişilere menfaatperest ve paranın kulu denir. Bunlar Allah Teâlâ’ya değil hevâlarına ve çıkarlarına taparlar. (bk. Furkan, 25/43)
        Hz. Peygamber menfaatperest kişileri kastederek: "Altına, gümüşe kul olanlar sürünsün.” (Buhari, Rikak, 10; Tirmizi, Zühd,42; İbni Mâce, Zühd, 8) buyurmuştur. Böyle kişiler Hak Teâlâ’nın değil, paranın kulu, mal ve servetin kölesidirler. Onlar para ve servetlerini kaybedecek olsalar ruh ve beden sağlığını da kaybetmekte, hatta intiharı bile düşünmekte, bazan da bunu gerçekleştirerek talihsizliğin bir örneğini vermektedirler.
     Gittikçe maddîleşen dünyamızda faydacılık, akılcılık, bireycilik ve liberalizm adına bizi biz yapan özdeğerlerimiz yıpratılmakta, aşındırılmakta, adetâ; “altta kalanın canı çıksın” gibi bir anlayış oluşturulmaktadır. Bugün yeteri kadar bir mü’min din kardeşinin halinden habersizse, onunla hemhâl değilse, dertlerini dert edinmiyorsa, sıkıntıları için çare aramıyorsa, insanların acıklı halleri yüreğini sızlatmıyorsa... bütün bunlar bencilliğin, çıkarcılığın, açgözlü ve doymaz olmanın sonucudur. Küreselleşen yeni hayat tarzına şartların elverdiği nisbette uyum sağlarken dinî, ananevî ve ahlâkî değerlerimizi yitirmemeliyiz. Çünkü bu değerleri yitirmemiz kendimizi yitirmemezi demektir

 


Orjinal Köşe Yazısına Git
— KÖŞE YAZISI SONU —