Gece yarısı bir komşu, duvarların ardından fısıltıyla yükselen bir çığlığı duyuyor. Kimse tam olarak bilmiyor ama herkes hissettiyor: Bir kadın daha, hayatta kalmaya çalışıyor.
Kadına şiddet, istatistiklerden ibaret değil.
Her sayı, bir insan; bir yaşam; bir hikâye. Bir çocuğun annesi, bir öğrencinin öğretmeni, bir babanın kızı… Bir gün sessizleşen o sesler, sadece bir kadının hayatının değil, koca bir toplumun vicdanının karardığını gösteriyor.
En acı olan ne biliyor musunuz?
Şiddet bazen bir tokatla değil, bir sözle başlıyor.
Bir küçümsemeyle…
Bir “Sen yapamazsın” ile…
Bir “Benden izinsiz olmaz” ile…
Sonra gün geliyor, o sözler yaralara dönüşüyor. Bir kadının içindeki tüm umutlar, birer birer kopuyor.
Oysa kadın, yaşamın ta kendisi.
Evin içinde sıcaklığı oluşturan sokakta direnci büyüten, iş yerinde emeği çoğaltan… Dünyanın döndüğü her yerde, kadınlar sessizce dünyayı taşıyor.
Peki biz ne yapıyoruz?
Bazen kulaklarımızı tıkıyoruz.
“Onların özel meselesi” deyip çekiliyoruz.
Bir çığlık duyduğumuzda, bazen susmayı seçiyoruz…
Ama unutuyoruz:
Her sustuğumuz kadın, bizim de kaybımız.
Bir toplumun medeniyeti, kadınlarına nasıl davrandığıyla ölçülür.
Kadınların korkmadan yürüdüğü sokaklar, özgürce(hür) konuşabildiği evler, hayallerini saklamak zorunda kalmadıkları şehirler…
Gerçek uygarlık, işte orada başlar.
Bugün bir kadın korkuyla değil, cesaretle evinden çıkabilsin diye…
Bir çocuk annesinin gözyaşlarıyla büyümesin diye…
Bir ses daha sonsuza dek(*) kısılmasın diye…
Hepimiz bir adım atabiliriz.
Bir sözle, bir destekle, bir sahip çıkışla…
Çünkü kadına şiddet, sadece kadınların değil;
bir ülkenin, bir insanlığın yarasıdır.
Ve hiçbir yara, görmezden gelinerek iyileşmez.
(*) Editörün Notu Ezelde var olup ebet olmak sadece Allah(c.c.) 'a aittir.

