1920 Büyük Millet Meclisinin açılışı, 1923 Cumhuriyetin kuruluşu ile sınıfların ortadan kaldırıldığı, cumhuriyet ve demokrasiye geçişle her vatandaşın her alanda eşit oalduğu ilan edildi. Yasalar böyle yazıldı, idareciler böyle söyledi. Ancak sınıfsal durum devam etti.
Yıl 1950 çok partili sisteme geçildi, yine cumhuriyet ve demokrasi söylemleri arşı alaya çıktı, her vatandaşın eşit olduğu daha yüksek sesle ifade edildi. Ne yazik ki sınıfsal durum daha da arttı.
Her dönemde de yolsuzlukla, hırsızlıkla, mücadele edileceği seslendirildi, kesinlikle liyakat ve ehliyete önem verileceği iddia edildi. 1923 yılından 2019’a kadar geçen 92 senede söylemler değişmedi. Ne yazik ki gizli sınıfsal yapı daha da güçlendi.
Velhasıl, Türkiye’de bir türlü hukukun üstünlüğü sağlanamadı dolaysıyla birey merkezde yer alamadı. Yani öncelik insanın olamadı. Kimin nesi, neyin nesi olduğuna bakıldı. Halende öyle devam ediyor.
Ülkemizde; parti, tarikat, cemaat, STK lar her zaman birbirine karıştırıldı. Bütün partiler cemaat havasına bürünerek kurumlaşamadı. Bütün tarikatlar, cemaatler ve STK lar asıl görevlerini unutarak partiler içinde etkili olma yolunu seçtiği için özellikle iktidar partilerinin arka bahçeleri oldular.
Halkımız bu karmaşa ve kargaşa içinde, doğru yolu ve doğru yöneticileri bir türlü bulamadı. Türk halkı zekâsını kullanarak, kendini kullanmak isteyen adı geçen kuruluşları kullanmaya karar verdi ve halende haklı olarak kullanıyor.
Halkımız, avamlıktan ve marabalıktan kurtulmanın yolunu partilere, tarikatlara, cemaatlere ve STK lara üye veya yönetici olarak girmekte buldu. Dolaysıyla vatandaşımız kuruluşların ne yapıp yapmadığı ile ilgilenmiyor, onun derdi sınıf atlamak yani adam yerine konmayı hedefliyor.
Sosyal yapımızdaki sınıfsallık nerelerde yaşatılıyor dolaysıyla milli bütünlük nasıl bozuluyor, şöyle sıralayabiliriz; 1- parti, 2- Tarikat ve cemaat, 3- Sermaye, 4- Kamu kurumu niteliğinde ki sivil toplum örgütlerinin üst yönetimi, 5- Üst düzey bürokrat sınıfı, 6- Basın olmak üzere altı imtiyazlı sınıftan sonra sırası ve önemi olmayan halk geliyor.
Ülkemizde vatandaşın gerçekte fikir bazında partiye üye olma oranı yüzde 2’yi geçmiyor. Bu yüzde 2 nin hemen hemen hiç biri üst düzey yönetimde söz sahibi olamıyor. Şu an ki nüfusumuza oranla yaklaşık bütün partilerde üst düzey yönetici 5-10 bini kişiyi geçmiyor.
Hukukun üstünlüğü ve demokrasi parti yöneticileri tarafından aranmayıp korunamadığı, tek söz sahibi liderler olduğundan, sonuç liderlerin kararına göre oluşuyor. Bu nedenlerle partiler sınıfsallığın ana merkezini oluşturduğu için milli birlik kurulamıyor.
Adam yerine konmanız için halk sınıfından kurtulmanız gerekiyor, bunun en kolay yollarından biri herhangi bir partiye kapağı atmaktır. O partinin amacının ve sizin ne olduğunuz önemli değildir. Hele kapağı attığınız parti iktidar partisi olursa veya iktidara gelirse, sizde biraz militanlık yaparsanız epey bişeyler koparabilirsiniz.
Kapağı attığınız parti iktidara gelemese de arkanızda ciddi bir güç var olduğundan büyük dağları aşamasanız bile küçük dağları rahatlıkla aşarsınız. Arkanızda bir camianın olması yetiyor.
Türkiye’ye de demokratik gelişmemenin birçok nedenleri olabilir ancak bize göre, birinci sırada gizli sınıfsallık gelmektedir, bu yapı yıkılamadığı için umulan değişme ve gelişme olamıyor.
Ülkede sınıfın olması başta tüm iktidar partilerinin, sonrada muhalefet partilerinin işine geliyor. Çünkü oy toplamalarının ana nedeni ayırdıkları yani damgaladıkları kitleyi muhafaza edebilmeleri ve oylarının dağılmamasını önlemeden geçiyor.
Arkasından, Ülkede ne kadar legal ve illegal, tarikat ve cemaat varsa onların da işine geliyor. Çünkü önce tarikat ve cemaat temsilcilerinin yerlerini korumaları ve mevcut iktidara ve muhalefete baskı yaparak istediklerini yaptırmanın yolu kendilerine bağlı olan kitleyi arkalarından sürüklemeleri ve onları baskı aracı olarak kullanmalarından geçiyor.
Üçüncü grupta ise, belli seviyede ekonomik duruma kavuşan iş adamlarımızda, iktidar, muhalefet ve tarikat ve cemaatten istedikleri kadar fayda sağlama düşüncesinde olduklarından, gelene ağam, gidene paşam deme yolunu seçerek gerçek cumhuriyet ve demokrasiyle ilgilenmeyi akılsızlık saydıklarından, Ülkede sınıf olması işlerine geliyor.
Dördüncü grupta ise esnaf, sanatkâr, işadamları ile meslek sahiplerinin odaları geliyor. Oda başkan ve yönetimleri, mevcut pozisyonlarını koruma ve muhafaza etmeleri için yeniden seçilme ve seçme en önemli mesele olduğundan, sınıfsal yapıya başkaldırma menfaatlarına gelmiyor.
Mevcut sisteme uyma, sistem ağaları ile iyi geçinme ve Birlik başkanlarına kayıtsız şartsız bağlı olma görevlerinin en önemli maddesini teşkil ettiği için bu görevide kayıtsız şartsız yerine getirerek sınıfsal yapının devamına hizmette bir beis görmüyorlar.
Liyakat ve ehliyet düzenine riayet edilmediğinden üst düzey bürokrasi mensupları kendilerini o makama getiren güce sadakat ta kusur etmediklerinden sınıfsal yapının devamına engel olacak herhangi bir hareketi bildikleri halde yapmıyorlar
Türkiye’de ki basına gelince, hür basın söz konusu olmadığından sadece çok çok az sayıda yazarlar fikirlerini şimdilik yazabiliyorlar, bunlarında karşı gürültü ve patırtıdan sesleri fazla duyulmuyor.
Sözün özü, 7 inci sırada yer alan halkın, idare dediğimiz oyunda rolü yok. Türkiye’de ne zaman bu gizli sınıflar ortadan kaldırılır, başta Devletimiz olmak üzere kurumlaştırılır ve demokrasinin bütün icapları uygulanır işte o zaman MİLLİ BİRLİK kurulur. Milli birliğin kurulmasıyla bu millet ve devlet çağ atlar.
Hayrola, muvaffak ola, muzaffer ola.